İbn Haldun Gözüyle Bilgiye Bakmak

İbn Haldun Gözüyle Bilgiye Bakmak


Tefekkür kelimesi, Arapça olup lügat manasıyla düşünme, düşünüş anlamlarına gelmektedir. Ayrıca Bina’dan “تفعُّل, tefeu’ul” babındandır, binası da tekellüf içindir yani aşama aşama ilerlemek, ilerledikçe de derinleşmek anlamlarını verir. Tefekkür de düşünmede kademeli olarak derinleşmedir. Bu derinleşmenin neticesinde insanın zihninde oluşan ve dilden dökülen ifadelere de bilgi denir. Bu bilgilerin metodolojik olarak tasnifi ile de bilim ortaya çıkar.

Varlık kelimesini Allahu Teala’nın yaratıp vücut verdiği her türlü mevcudiyet olarak tanımlayacak olursak bu varlıklar içinde insan için tefekkür, bilgi ve bilim söz konusudur. Ve Allahu Teala’nın yarattığı iki varlık alemi vardır. Birisi bizim için görünür, dokunulur ve akledilebilir olan “şuhud alemi” diğeri ise nüfuz edemediğimiz, göremediğimiz ve akledemediğimiz “melekut alemi”dir.

Bilgiyi iki farklı perspektiften tasnif edersek ilk perspektif kaynakçası bakımındandır, iki ana kola ayırabiliriz. Birincisi değişmez ilke anlamına gelen “usul”, ikincisi de usulden hareketle çıkarılan ayrıntı anlamındaki “furuğ’”dur. Diğer bir perspektif de bahsi geçen alemleri referans kabul ederektir, o da iki çeşittir. İbn Haldun, akledilebilen bilgi içereni yani şuhud aleminden olanı “tabii ilimler”; akledilemiyen bilgi içereni yani melekut aleminden olanı da “nakli ilimler” olarak temelde iki sınıfa ayırmıştır.

Tabii ilimler, insanın şuhud alemindeki araştırmaları, gözlemleri, deneyim ve tecrübeleriyle ortaya çıkar. Burada ilmin ilerlemesindeki referans noktası, şuhud aleminin tek tefekkür edebilen varlığı olan insanın aklıdır. Daha metodolojik bir ifadeyle, tabii ilimlerin usulünü (ilkesini) de furuğ’sunu (ayrıntısını) da insanın aklı belirler.

Nakli ilimler, insanın erişemediği melekut alemi temelli bilgilerdir. İnsan, cismani olarak o aleme erişip şuhud alemindeki gibi bilgileri toplayıp getiremez. Burada, melekut aleminden olan melekler ve şuhud aleminden olan peygamberler devreye girerek şuhud alemine, melekut aleminden bilgi verirler. Bu bilgi aktarımına da haber adı verilir. Haberin kaynakları da doğrudan doğruya Hak Teala’nın kelamı olan “Kur’an”, O’nun resulü Hz. Muhammed’in “sünneti” ve ayrıca Efendimiz (sav)’e şahit olup aktarıcı olan sahabeler yani “asar” dır. Dolayısıyla, bu ilim çeşidinde usul olan, haberi verilen nakildir, akıl değildir. Yani, usul insan orijinli değildir ve tabii bir sonucu olarak insanın usulde hiçbir şart ve durumda değişiklik yapması söz konusu dahi değildir. Fakat furuğ’u belirleyen yine insan aklıdır. Akıl, haber ile gelen usulden sapmadan ayrıntıyı belirleyebilmekle yetkilendirilmiştir. İşte, mezhepler de ayrıntıyı belirlerken bu noktada ortaya çıkmıştır. Hak mezheplerin hepsinde de usuller harfiyen aynıdır, ihtilaflar ayrıntılardadır.

Burada, akla düşen görev, nasıl ki bir pergel çember çizerken merkezinden sapmadan hareket yetkisini kullanıyorsa usulü de merkez bilip ondan sapmadan kuvveti nispetince hareket etme gayretinde olmaktır. Bu iş ne akılla olacaktır ne de akılsızlıkla.

Hasan İnceöz

08.03.2020






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kelam İlminin Doğuşu ve Önemli Ekoller

Osmanlı’da Çağdaş İslam Düşüncesi ve Modernleşme

Bir İdeoloji Olarak İslamcılık